NAZIM HÄ°KMET

--------------------------------------------------------------------------------

     15 Ocak 1902’de Selanik’te doÄŸdu. 3 Haziran 1963'te Moskova'da yaÅŸamını yitirdi. Dedesi Mevlevi tarikatından Nâzım PaÅŸa. Midhat PaÅŸa'nın yakın arkadaşı. Babası Hikmet Bey, Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) mezunu, Kalem-i Ecnebiye'ye baÄŸlı bir memur. Annesi Celile Hanım, dilci, eÄŸitimci Enver PaÅŸa'nın kızı. Ä°lkokuldan sonra arkadaşı Vâlâ Nurettin'le birlikte Mekteb-i Sultani'nin hazırlık sınıfına yazıldı. Ailesi parasal sıkıntıya düşünce ertesi yıl NiÅŸantaşı Sultanisi'ne devam etti. Dedesi Nâzım PaÅŸa'nın etkisiyle ÅŸiir yazmaya baÅŸladı. 1917'de Heybeliada Bahriye Mektebi'ne girdi. 1919'da mezun oldu, Hamidiye Kruvazörü'ne güverte subayı olarak atadı. Aynı yıl kış aylarında daha önce yakalandığı zatülcenp hastalığı tekrar etti. SaÄŸlık kurulu raporuyla 1920'de askerlikten çıkarıldı. Bu sırada hececi ÅŸairler arasında genç bir ses olarak ünlendi. Bahriye Mektebi'nden öğretmeni olan Yahya Kemal Beyatlı'ya hayrandı. Yazdığı ÅŸiirleri gösterip eleÅŸtirilerini alıyordu. 1920'de Alemdar Gazetesi'nin düzenlediÄŸi yarışmada birincilik kazandı. Bu ödül ününü artırdı. Ä°stanbul'un iÅŸgal altında olduÄŸu günlerde heyecanlı direniÅŸ ÅŸiirleri yazdı. 1921'de arkadaşı Vâlâ Nurettin ile birlikte Ankara'ya gitti.

       Ä°stanbul gençliÄŸini milli mücadeleye katılmaya çağıran bir ÅŸiir yazdılar. Åžiir çok beÄŸenilince Bolu'ya öğretmen olarak atandılar. Bolu'da kalpaklı bu iki genç tepki gördü. PeÅŸlerine gizli polis takıldı. Nâzım ile Vâlâ Nurettin Moskova'ya gitmeye karar verdiler. Batum üzerinden Moskova'ya ulaşıp "DoÄŸu Emekçileri Komünist Ãœniversitesi"ne kaydoldular. Nâzım burada "serbest ÅŸiirle" tanıştı. Ä°lk serbest ÅŸiirlerini yazdı. Bunlardan bazıları 1923'te Yeni Hayat, Aydınlık gibi dergilerde yayınlandı.

     Ãœniversiteyi bitirince 1924'te sınırdan gizlice geçerek Türkiye'ye girdi. Aydınlık dergisinde çalışmaya baÅŸladı. Ä°zlendiÄŸini anlayınca Ä°zmir'e geçti. 1925'te Åžeyh Sait isyanı nedeniyle baÅŸlatılan soruÅŸturmalar sırasında gıyabında 15 yıla mahkum edildi. Tekrar yurtdışına kaçtı. 1926'da çıkan aftan yararlandırılmadı. Gizli örgüt üyesi olmak suçlamasıyla 3 ay daha hapse mahkum edildi. 1928'de Bakü'de ilk ÅŸiir kitabı "GüneÅŸi İçenlerin Türküsü" basıldı. Aynı yıl yine gizlice Türkiye'ye döndü. Yakalanıp Ankara'ya götürüldü. Kısa bir tutukluluÄŸun ardından serbest kaldı. Ä°stanbul'da Zekeriya Sertel'in yayınladığı "Resimli Ay" dergisinin yazarları arasına katıldı. 1929'da "Putları Yıkıyoruz" baÅŸlığıyla bir yazı hazırlayıp Abdülhak Hamid Tarhan, Mehmet Emin Yurdakul gibi dönemin etkili ÅŸairlerine yönettiÄŸi saldırılar büyük ilgi gördü. "1929'da "835 Satır", "Jokond ile SÄ°-YA-U", ertesi yıl "Varan 3+1+1=1" kitapları yayınlandı. 1930'da "Salkımsöğüt" ile "Bahri Hazer" ÅŸiirlerini Columbia firmasının giriÅŸimiyle plaÄŸa okudu. Plak halktan büyük ilgi görünce hakkında ÅŸiir kitapları nedeniyle dava açıldı. 1932'de "Benerci Kendini Niçin Öldürdü" ile "Gece Gelen Telgraf" kitapları basıldı. 1932'de "Kafatası", 1933'te "Bir Ölü Evi" adlı oyunları Ä°stanbul Åžehir Tiyatrosu'nda sahnelendi.

    1932'de bir bildiri nedeniyle baÅŸlatılan tutuklamalar sırasında gözaltına alındı. 1933'te Bursa Cezaevi'ne gönderildi. 5 yıl hapse mahkum oldu. Kısa bir süre tutuklu kalıp salıverildi. 1935'de Piraye AltınoÄŸlu ile evlendi. AkÅŸam gazetesinde "Orhan Selim" takma ismiyle fıkralar yazmaya baÅŸladı. Yine farklı isimlerle romanlar, oyunlar, operetler yazdı. 1935'te "Taranta Babu'ya Mektuplar" kitabı yayınlandı. "Unutulan Adam" oyunu ÅŸehir tiyatrolarında sahneye kondu. "Simavne Kadısı OÄŸlu Åžeyh Bedrettin Destanı" kitabı 1936'da yayınlandı. 1938'de Harp Okulu öğrencilerini isyana teÅŸvik suçlamasıyla bir kez daha tutuklandı. Ankara Cezaevi'ne kondu. 15 yıl hapse mahkum edildi. Ä°stanbul Cezaevi'ne getirildi. Askeri Mahkeme'de de ayrıca yargılanıp bir 20 yıl hapse daha mahkum oldu. 1940'ta önce Çankırı ve sonra Bursa Cezaevi'de kondu. 10 yılı aÅŸkın cezaevlerinde kaldı. Yayınlatamamasına raÄŸmen sürekli yazdı. Serbest bırakılması için baÅŸlatılan çabalar sonuç vermedi. 1950'de açlık grevine baÅŸladı. SaÄŸlık durumu iyi olmadığı için Ä°stanbul'da CerrahpaÅŸa Hastanesi'ne kaldırıldı. 1950'de yürürlüğe giren af yasasıyla tekrar özgürlüğüne kavuÅŸtu. Piraye Hanım'dan ayrılıp cezaevinde sürekli ziyaretine gelen dayısının kızı Münevver Andaç ile evlendi. DoÄŸan oÄŸullarına Mehmed adını verdiler. Sürekli izlendiÄŸini anlayınca tekrar yurtdışına gitmeye karar verdi. 1951'de Karadeniz yoluyla Bulgaristan ve Romanya üzerinden Moskova'ya gitti.

    25 Temmuz 1951'de Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaÅŸlığından çıkarıldı. Yurtdışında birçok uluslararası kongreye katıldı. Kitapları birçok dile çevrildi. 1959'da kendisinden 30 yaÅŸ küçük olan Rus Vera Tulyakova ile evlendi. 1963'te bir kalp krizi sonucu yaÅŸamını yitirdi. Moskova'da Novodeviçiy Mezarlığı'nda topraÄŸa verildi. Ä°lk ÅŸiirlerini hece vezniyle yazdı. Ama içerik bakımından diÄŸer hececi ÅŸairlerden uzaktı. Toplumsal içerikli bir ÅŸiir kurdu. Moskova'daki yıllarında özellikle geleçekçiliÄŸin önemli isimlerinden Mayakovski'nin etkisiyle hece veznini bırakıp serbest ÅŸiire yöneldi. "835 Satır" kitabı yayınlandığında büyük ÅŸaÅŸkınlık yarattı. Ama Ahmet HaÅŸim, Yakup Kadri gibi ÅŸairler ondan övgüyle sözetti. Kendisini izleyen genç ÅŸairler de serbest ÅŸiire yöneldi. 1936'ya kadar yayınlanan kitaplarıyla Cumhuriyet dönemi ÅŸiirinin deÄŸerlerini kökünden sarstı. "Åžeyh Bedrettin Destanı"nda ise ÅŸiirini tam anlamıyla bir ulusal bireÅŸime ulaÅŸtırdı. Divan ve halk ÅŸiiri söyleyiÅŸlerini, çaÄŸdaÅŸ bir ÅŸiir anlayışı içinde eritti. En önemli eserlerinden "Memleketimden Ä°nsan Manzaraları"nı 1941'de cezaevinde yazmaya baÅŸladı. 2'nci MeÅŸruriyet'ten 2'nci Dünya Savaşı'na kadar uzanan geniÅŸ bir zaman diliminin öyküsünü bu eserinde destanlaÅŸtırdı. Düzyazı, ÅŸiir, senaryo tekniklerinin iç içe kullanıldığı bu eser, yeni bir türün habercisi oldu. Åžiir kitapları 1938'den 1965'e kadar Türkiye'de basılamadı. Ancak, ölümünden iki yıl sonra 1965'ten itibaren yayınlanabildi.

--------------------------------------------------------------------------------

ESERLERÄ°

Nâzım Hikmet’in ilk şiir kitabı Güneşi İçenlerin Türküsü, 1928’de Bakû’de yayımlandı. Bu kitaptaki şiirler daha sonra Türkiye’de basılan kitaplarında şairin yasaları gözeterek yaptığı bir iki değişiklikle yer aldı. Türkiye’de 1929-1938 arasında yayımlanan kitapları şunlar:

ŞİİR:

835 Satır (1929)

Jokond ile SÄ°-YA-U (1929)

Varan 3 (1930)

1+1=1 (1930)

Sesini Kaybeden Åžehir (1931)

Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932)

Gece Gelen Telgraf (1932)

Portreler (1935)

Taranta-Babu’ya Mektuplar (1935)

Simavne Kadısı Oğlu şeyh Bedreddin Destanı (1936)

ROMAN-ÖYKÜ-MASAL:

Kan KonuÅŸmaz

YeÅŸil Elmalar

Yaşamak Güzel şey Be Kardeşim

Hikâyeler

Çeviri Hikâyeler

Masallar

(Nâzım Hikmet yalnızca Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim adlı romanıyla Sevdalı Bulut adlı masallar kitabını kendi adıyla yayımlamıştı. Ötekiler para kazanmak için acele yazılıp gazetelerde takma adlarla yayımlanmış ürünlerdir.)

OYUN:

Kafatası (Ocak Başında; Kafatası; Bir Ölü Evi; Unutulan Adam; Bu Bir Rüyadır)

Ferhad ile ÅŸirin (Yolcu; Ferhad ile ÅŸirin; Sabahat; Enayi)

Yusuf ile Menofis (Allah Rahatlık Versin; Evler Yıkılınca; Yusuf ile Menofis; İnsanlık Ölmedi Ya; İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu?)

Demokles’in Kılıcı (İstasyon; İnek; Demokles’in Kılıcı; Tartüf - 59)

Kadınların İsyanı (Kadınların İsyanı; Yalancı Tanık; Kör Padişah; Her şeye Rağmen)

YAZILAR:  

Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil

Yazılar (1924-1934)

Yazılar (1935)

Yazılar (1936)

Yazılar (1937-1962)

KonuÅŸmalar

(Nâzım Hikmet’in bu kitaplarda yer alan

yazılarının büyük çoğunluğu çeşitli takma

adlarla gazetelere yazdığı köşe yazılarıdır.)

MEKTUPLAR:

Nâzım ile Piraye

Cezaevinden Memet Fuat’a Mektuplar


Dört Hapisaneden (1966)

Rubailer (1966)

Ferhad ile Åžirin (1965)

Sabahat (1965)

Memleketimden İnsan Manzaraları (5 cilt, 1966-1967)

DÄ°ÄžER:

Şeyh Bedreddin Destanına Zeyl, Millî Gurur (1936)

İt Ürür Kervan Yürür (Orhan Selim adıyla fıkralar, 1936)

Alman Faşizmi ve Irkçılığı (inceleme, 1936)

Sovyet Demokrasisi (inceleme, 1936)

Saat 21-22 ÅŸiirleri (1965)



ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

  • Seviyorum Seni

  • Ceviz AÄŸacı

  • Davet  

  • YaÅŸamaya Dair

  • Çankırı Hapishanesinden Mektuplar

  • Yatar Bursa Kalesinde

  • Karlı Kayın Ormanında

  • Ben Senden Önce

  • Giderayak

  • Veda

  • Vasiyet

  • Bir Hazin Hürriyet

  • Gözlerin

  • Bulutlar Adam Öldürmesin

  • Karıma Mektup

  • Durup Dururken


SEVÄ°YORUM SENÄ°


Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi

geceleyin ateşler içinde uyanarak

ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi

ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz

Telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi

seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi.

İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık

içimde kımıldayan bir şeyler gibi

seviyorum seni "Yaşıyoruz çok şükür!" der gibi.


CEVÄ°Z AÄžACI


Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda

Budak budak, ÅŸerham ÅŸerham ihtiyar bir ceviz.

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.


Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.

Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.

Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril

koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.

Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var

Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.

Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.

Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.

Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.


DAVET


Dörtnala gelip Uzak Asya'dan

Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan

                             bu memleket bizim.


Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benziyen toprak

                             bu cehennem, bu cennet bizim.


Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın

yok edin insanın insana kulluğunu

                             bu davet bizim...


Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşçesine

                             bu hasret bizim...


YAÅžAMAYA DAÄ°R


1


YaÅŸamak ÅŸakaya gelmez

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

               bir sincap gibi mesela

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden

               yani bütün iÅŸin gücün yaÅŸamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın

yani o derecede, öylesine ki

mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda

yahut kocaman gözlüklerin

               beyaz gömleÄŸinle bir laboratuvarda

                       insanlar için ölebileceksin

               hem de yüzünü bile görmediÄŸin insanlar için

               hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken

               hem de en güzel en gerçek ÅŸeyin

                       yaÅŸamak olduÄŸunu bildiÄŸin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı

yetmiÅŸinde bile, mesela, zeytin dikeceksin

               hem de öyle çocuklara falan kalır diye deÄŸil

               Ã¶lmekten korktuÄŸun halde ölüme inanmadığın için

                       yaÅŸamak yanı ağır bastığından.


2


Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız

yani, beyaz masadan

               bir daha kalkmamak ihtimali de var.

Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini

biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına

hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden

yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz

                       en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için

                       diyelim ki, cephedeyiz.

Daha orda ilk hücumda, daha o gün

                       yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.

Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,

                       fakat yine de çıldırasıya merak edeceÄŸiz

                       belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,

yaşımız da elliye yakın,

daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.

Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,

insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla

                       yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım

               hiç ölünmeyecekmiÅŸ gibi yaÅŸanacak...


3


Bu dünya soğuyacak

yıldızların arasında bir yıldız

               hem de en ufacıklarından

mavi kadifede bir yaldız zerresi yani

               yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde

hatta bir buz yığını

yahut ölü bir bulut gibi de değil

boÅŸ bir ceviz gibi yuvarlanacak

               zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun

duyulacak mahzunluÄŸu ÅŸimdiden.

Böylesine sevilecek bu dünya

"Yaşadım" diyebilmen için...


ÇANKIRI HAPİSHANESİNDEN MEKTUPLAR


Saat dört

yoksun

Saat beÅŸ

       yok

Altı, yedi

ertesi gün, daha ertesi

       ve belki

               kim bilir...

Hapisane avlusunda

bir bahçemiz vardı.

Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı.

Gelirdin

yan yana otururduk

kırmızı ve kocaman

muÅŸamba torban dizlerinde...

Kelleci Memedi hatırlıyor musun?

Sübyan koğuşundan.

Başı dört köşe

bacakları kısa

ve kalın

ve elleri ayaklarından büyük.

kovanından bal çaldığı adamın

taşla ezmiş kafasını.

"hanım abla" derdi sana.

Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı

               tepemizde

               yukarda

                       güneÅŸe yakın

                       bir konserve kutusunun içinde...

Bir cumartesi gününü

hapisane çeşmesiyle ıslanan

bir ikindi vaktini hatırlıyor musun?

Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta,

aklında mı:


"Beypazarı meskenimiz, ilimiz

kim bilir nerede kalır ölümüz....?"


O kadar resmini yaptım senin

bana birini bırakmadın.

Bende yalnız bir fotoğrafın var:

       bir baÅŸka bahçede

               Ã§ok rahat

                       Ã§ok bahtiyar

yem verip tavuklara gülüyorsun.

Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu

fakat pek âlâ gülebildik

ve bahtiyar olmadık değil.

Nasıl haber aldık

en güzel hürriyete dair

nasıl dinledik ayak seslerini

yaklaşan müjdelerin,

ne güzel şeyler konuştuk

hapisane bahçesinde...


YATAR BURSA KALESÄ°NDE


Sevdalınız komünisttir

on yıldan beri hapistir

yatar Bursa kalesinde.


Hapis ammâ, zincirini kırmış yatar

en âlâ mertebeye ermiş yatar

yatar Bursa kalesinde.


Memleket toprağındadır kökü

Bedreddin gibi taşır yükü

yatar Bursa kalesinde.


Yüreği delinip batmadan

şarkısı tükenip bitmeden

cennetini kaybetmeden

yatar Bursa kalesinde.



KARLI KAYIN ORMANINDA


Karlı kayın ormanında

yürüyorum geceleyin.

Efkârlıyım, efkârlıyım

elini ver, nerde elin?


Ayışığı renginde kar

keçe çizmelerim ağır.

İçimde çalınan ıslık

beni nereye çağırır?


Memleket mi, yıldızlar mı

gençliğim mi daha uzak?

Kayınların arasında

bir pencere, sarı sıcak.


Ben ordan geçerken biri:

"Amca, dese, gir içeri."

Girip yerden selamlasam

hane içindekileri.


Eski takvim hesabıyle

bu sabah başladı bahar.

Geri geldi Memed'ime

yolladığım oyuncaklar.


Kurulmamış zembereği

küskün duruyor kamyonet

yüzdüremedi leğende

beyaz kotrasını Memet.


Kar tertemiz, kar kabarık

yürüyorum yumuşacık.

Dün gece on bir buçukta

ölmüş Berut, tanışırdık.


Bende boz bir halısı var

bir de kitabı, imzalı.

Elden ele geçer kitap

daha yüz yıl yaşar halı.


Yedi tepeli ÅŸehrimde

bıraktım gonca gülümü.

Ne ölümden korkmak ayıp

ne de düşünmek ölümü.


En acayip gücümüzdür

kahramanlıktır yaşamak:

Öleceğimizi bilip

öleceğimizi mutlak.


Memleket mi, daha uzak

gençliğim mi, yıldızlar mı?

BayramoÄŸlu, BayramoÄŸlu

ölümden öte köy var mı?


Geceleyin, karlı kayın

ormanında yürüyorum.

Karanlıkta etrafımı

gündüz gibi görüyorum.


Şimdi şurdan saptım mıydı

ÅŸose, tirenyolu, ova.

Yirmi beÅŸ kilometreden

pırıl pırıldır Moskova...


BEN SENDEN ÖNCE


Ben

senden önce ölmek isterim.

Gidenin arkasından gelen

gideni bulacak mı zannediyorsun?

Ben zannetmiyorum bunu.

Ä°yisi mi

       beni yaktırırsın

       odanda ocağın

       Ã¼stüne korsun

               içinde bir kavanozun.

Kavanoz camdan olsun,

       ÅŸeffaf

               beyaz camdan olsun

                       ki içinde beni görebilesin

Fedakârlığımı anlıyorsun:

vazgeçtim toprak olmaktan,

vazgeçtim çiçek olmaktan

       senin yanında kalabilmek için.

       Ve toz oluyorum

       yaşıyorum yanında senin.

       Sonra, sen de ölünce

       kavanozuma gelirsin.

       Ve orada beraber yaÅŸarız

       külümün içinde külün

       ta ki bir savruk gelin

       yahut vefasız bir torun

       bizi ordan atana kadar...

       Ama

       biz

       o zamana kadar

       o kadar karışacağız ki birbirimize

       atıldığımız çöplükte bile

       zerrelerimiz

       yan yana düşecek.

       TopraÄŸa beraber dalacağız.

       Ve bir gün yabani bir çiçek

       bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse

       sapında muhakkak iki çiçek açacak:

       biri

               sen

       biri de

               ben.

Ben

daha olumlu düşünüyorum

Ben daha bir çocuk doğuracağım

Hayat taşıyor içimden.

Kaynıyor kanım.

Yaşayacağım, ama çok, pek çok,

               ama sen de beraber.

Ama ölüm de korkutmuyor beni.

Yalnız pek sevimsiz buluyorum

       bizim cenaze ÅŸeklini.

       Ben ölünceye kadar da

       Bu düzelir herhalde.

       Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?

       Ä°Ã§imden bir ÅŸey:

       belki diyor.


GÄ°DERAYAK


Giderayak iÅŸlerim var bitirilecek

         giderayak.

Ceylanı kurtardım avcının elinden

ama daha baygın yatar ayılamadı.

Kopardım portakalı dalından

ama kabuğu soyulamadı.

Oldum yıldızlarla haşır neşir

ama sayısı bir tamam sayılamadı.

Kuyudan çektim suyu

ama bardaklara konulamadı.

Güller dizildi tepsiye

ama taştan fincan oyulamadı.

Sevdalara doyulamadı.

Giderayak iÅŸlerim var bitirilecek

         giderayak.


VEDA


Hoşça kalın

             dostlarım benim

                            hoşça kalın!

Sizi canımda

     canımın içinde

          kavgamı kafamda götürüyorum.

Hoşça kalın

             dostlarım benim

                            hoşça kalın...

Resimlerdeki kuÅŸlar gibi

           dizilip üstüne kumsalın

                        mendil sallamayın bana.

                                                       Ä°stemez...

Ben dostların gözünde kendimi

                      boylu boyumca görüyorum...


A  dostlar

     a  kavga dostu

                  iÅŸ kardeÅŸi

                           a  yoldaÅŸlar  a..!!.

Tek hecesiz elveda..


Geceler sürecek kapımın sürgüsünü

pencerelerde yıllar örecek örgüsünü.

Ve ben bir kavga şarkısı gibi haykıracağım

                                    mapusane türküsünü.


Yine görüşürüz

          dostlarım benim

                         yine görüşürüz...

Beraber güneşe güler

                beraber dövüşürüz...


A  dostlar

      a  kavga dostu

                   iÅŸ kardeÅŸi

                             a  yoldaÅŸlar  a..!!.

                                      ELVEDA..!!..


VASÄ°YET


Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü

ölürsem kurtuluştan önce yani

alıp götürün

Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.


Hasan beyin vurdurduÄŸu

           Ä±rgat Osman yatsın bir yanımda

ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp

kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.


Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın

seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu

tarlalar orta malı, kanallarda su

ne kuraklık, ne candarma korkusu.


Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz

toprağın altında yatar upuzun

           Ã§Ã¼rür kara dallar gibi ölüler

toprağın altında sağır, kör, dilsiz.


Ama bu türküleri söylemişim ben

                    daha onlar düzülmeden

duymuşum yanık benzin kokusunu

traktörlerin resmi bile çizilmeden.


Benim sessiz komÅŸulara gelince

şehit Ayşe'yle ırgat Osman

çektiler büyük hasreti sağlıklarında

belki de farkında bile olmadan.


Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani

- öyle gibi de görünüyor -

Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni

ve de uyarına gelirse

tepemde bir de çınar olursa

taÅŸ maÅŸ da istemez hani...


BÄ°R HAZÄ°N HÃœRRÄ°YET


Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu

bir lokma bile tatmadan yoğurursun bütün nimetlerin hamurunu.

Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında

ananı ağlatanı Karun etmek hürriyetiyle

                       hürsün!


Sen doÄŸar doÄŸmaz dikilirler tepene

işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan değirmenleri

büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün

vicdan hürriyetiyle

                       hürsün!


Başın ensenden kesik gibi düşük

kolların iki yanında upuzun

büyük hürriyetinle dolaşıp durursun

işsiz kalmak hürriyetiyle

                       hürsün!


En yakın insanınmış gibi seversin memleketini

günün birinde, mesela, Amerika'ya ciro ederler onu

seni de büyük hürriyetinle beraber, hava üssü olmak hürriyetiyle

                       hürsün!


Yapışır yakana kopası elleri Valstrit'in

günün birinde, diyelim ki, Kore'ye gönderilebilirsin

büyük hürriyetinle bir çukuru doldurabilirsin

meçhul asker olmak hürriyetiyle

                       hürsün!


Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil

insan gibi yaşamalıyız dersin

büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi

yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetiyle

                       hürsün!


Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında

hürriyeti seçmene lüzum yok

hürsün.

Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.


GÖZLERİN


Gözlerin gözlerin gözlerin

ister hapisaneme, ister hastaneme gel

gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte

şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte

Antalya tarafında ekinler seher vakti.


Gözlerin gözlerin gözlerin

kaç defa karşımda ağladılar

                           Ã§Ä±rılçıplak kaldı gözlerin

altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,

fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.


Gözlerin gözlerin gözlerin

gözlerin bir mahmurlaşmaya görsün

sevinçli bahtiyar

                    alabildiÄŸine akıllı ve mükemmel

dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.


Gözlerin gözlerin gözlerin

sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın

ve yaz yaÄŸmurundan sonra yapraklar

ve her mevsim ve her saat Ä°stanbul.


Gözlerin gözlerin gözlerin

gün gelecek gülüm, gün gelecek

kardeÅŸ insanlar birbirine

senin gözlerinle bakacaklar gülüm

                          senin gözlerinle bakacaklar.


BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESİN


Analardır adam eden adamı

aydınlıklardır önümüzde gider.

Sizi de bir ana doğurmadı mı?

Analara kıymayın efendiler.

         Bulutlar adam öldürmesin.


Koşuyor altı yaşında bir oğlan

uçurtması geçiyor ağaçlardan.

siz de böyle koşmuştunuz bir zaman.

Çocuklara kıymayın efendiler.

         Bulutlar adam öldürmesin.


Gelinler aynada saçını tarar

aynanın içinde birini arar.

Elbet böyle sizi de aradılar.

Gelinlere kıymayın efendiler.

         Bulutlar adam öldürmesin.


İhtiyarlıkta aklına insanın

tatlı anıları gelmeli yalnız.

Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın

efendiler, siz de ihtiyarsınız.

         Bulutlar adam öldürmesin.


KARIMA MEKTUP


Bir tanem!

Son mektubunda:

"Başım sızlıyor

       yüreÄŸim sersem!"

               diyorsun.


"Seni asarlarsa

       seni kaybedersem;"

               diyorsun;

                       "yaÅŸayamam!"


Yaşarsın karıcığım

kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;

yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı

en fazla bir yıl sürer

       yirminci asırlarda

               Ã¶lüm acısı.


Ölüm

bir ipte sallanan bir ölü.

Bu ölüme bir türlü

               razı olmuyor gönlüm.

Fakat

emin ol ki sevgili;

zavallı bir çingenenin

       kıllı, siyah bir örümceÄŸe benzeyen eli

               geçirecekse eÄŸer

                       ipi boÄŸazıma,

mavi gözlerimde korkuyu görmek için

       boÅŸuna bakacaklar

               Nâzım'a!


Ben

alaca karanlığında son sabahımın

dostlarımı ve seni göreceğim.

ve yalnız

yarı kalmış bir şarkının acısını

               topraÄŸa götüreceÄŸim...


Karım benim!

İyi yürekli

altın renkli

gözleri baldan tatlı arım benim;

ne diye yazdım sana

               istendiÄŸini idamımın.

daha dava ilk adımında

ve bir şalgam gibi koparmıyorlar

               kellesini adamın.

Haydi bunlara boÅŸ ver.

Bunlar uzak bir ihtimal.

Paran varsa eÄŸer

               bana fanila bir don al.

tuttu bacağımın siyatik ağrısı.

Ve unutma ki

daima iyi şeyler düşünmeli

                       bir mahpusun karısı.



DURUP DURURKEN


Durup dururken içimde bir şeyler kopup tıkıyor boğazımı,

Durup dururken sıçrayıp kalkıyorum yarıda bırakıp yazımı,

Durup dururken rüya görüyorum bir otelde, holde, ayakta,

Durup dururken çarpıyor alnıma kaldırımdaki ağaç,

Durup dururken bir kurt uluyor aya karşı bahtsız, öfkeli, aç,

Durup dururken yıldızlar inip sallanıyor bir bahçede, salıncakta,

Durup dururken mezardaki halim geçiyor aklımdan,

Durup dururken kafamda bir güneşli duman,

Durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne,

Ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne...



Edebibilgiler.com 2009 ©  Her hakkı saklıdır.